27 Kasım 2008 Perşembe

ATATÜRK'ÜN BİLGELİĞİ VE EDEBİ YÖNÜ


Tarihteki pek çok büyük devlet adamlarına ve liderlere baktığımızda onların başarılarında önemli rol oynamış bir bilge-edebiyatçı yanlarının bulunduğunu görürüz. Atatürk de bunlardan biridir.

Gazi Mustafa Kemal’i çağdaşı olan diğer ünlü Osmanlı subaylarından farklı kılan ve onu sonunda Atatürk yapan tek özellik, gerçekten salt onlardan daha başarılı bir komutan ve devlet adamı oluşumudur acaba? Yazar ve edebiyatçı Demirtaş Ceyhun “Edebiyatımı Geri İstiyorum” adlı deneme eserinde bunun böyle olmadığını usta bir yazar olarak ortaya koymaktadır.

Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki, Sakarya’daki, Dumlupınar’daki tarihe mal olmuş üstün komutanlık başarılarının yanı sıra 19 Mayıs 1919’dan sonraki siyasal yaşamına ve gerçekleştirdiklerine bakılırsa, Atatürk’ün bilge kişiliğinin en az komutanlığı kadar, hatta daha da önemli olduğu açıkça görülür. Sivas ve Erzurum kongrelerinin ardından Ocak 1920’de zar zor toplanabilmiş ve iki ay sonra 16 Mart 1920’de İngilizlerce dağıtılmış Osmanlı Meclisi-Mebusan’ı otuz sekiz gün gibi kısa bir süre içinde kaçan milletvekilleri ile Ankara’da bu kez ‘Büyük Millet Meclisi’ gibi hiçbir özel anlamı bulunmayan, tanıyanı da olmayan bir adla yeniden açmasına, hele hele neredeyse tamamı şeriat ve hilafet yanlısı olan bu milletvekilleriyle savaşı kazanarak laik bir cumhuriyet kurmasına, sonra da başta Türkçe ile eğitim olmak üzere gerçekleştirdiğ i onca devrimlere bakıldığında Atatürk’ün bilge yönünün ne kadar üstün olduğunu yadsıyabilmek olanaksızdır.

Kısacası Mustafa Kemal’i, yaşıtı Osmanlı ünlü paşalarından ayıran temel özelliği, hiç kuşku yok ki, kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan bu bilge kimliği, kesinlikle onlarla kıyaslanmayacak kadar yüce bir düşünce adamı oluşudur.

Bilindiği gibi bütün tarih boyunca kişinin bilge ve edebi kimliği, yani insanlığın ideolojik evrimini sağlayan bilgi üretimi ve birikimi de, öncelikle şiirle, türküyle, oyunla, söylenceyle, masalla, öyküyle, mizahla, kısacası edebiyatla oluşturulmuştur. Eski yunan düşüncesini oluşturan, Sokrates’ler, Platon’lar, Aristotales’ler hiç kuşku yok ki Homeros’un, Aisopos’un, Sophokles’in, Aristophanes’in, Pindaros’un şiirlerinin, oyunlarının, öykülerinin eserleridirler. Roma düşüncesinin temelinde Lucretius, Catullus, Vergilius, Horatius, Ovidius gibi büyük ozanlar yatmaktadır. Rönasans, Dante ile Boccaccio ile başlamıştır. Çağdaş Fransız düşüncesi Villon’ların, Ronsard’ların, Montaigne’lerin, Moliere’lerin, Corneille’lerin, Racine’lerin; çağdaş İngiliz düşüncesi de gene hiç kuşku yok ki Spencer’lerin, Bacon’ların John Lyly’lerin, Swift’lerin, Daniel Defoe’lerin, Shakespeare’lerin, Marlow’ların şiirleri, öyküleri, masalları, romanları, denemeleri, oyunları üzerine kurulmuştur.

Bu nedenle Mustafa Kemal de, kendini asker arkadaşlarından farklı kılan bu aydın bilge kişiliğini, daha ortaokul-lise sıralarındayken başlamış edebiyata olan ilgisinden, okumaya olan düşkünlüğünden kazansa gerek.

Nitekim kendisi de 10 Ocak 1922 günlü Vakit gazetesinde çıkan bir söyleşisinde “Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi’nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşımın kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrenmiş oldum. İlgilenmeye başladım. Şiir bana cazip göründü fakat kitabet hocası diye yeni gelen bir zat, ‘Bu tarzı iştigal seni askerlikten uzaklaştırır’ diyerek beni şiirle uğraşmaktan men etti. Şiir yazmak hakkında idadi hocasının koyduğu yasağı unutmuyordum fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bende hep sürdü” diyerek daha manastır askeri idadisinde öğrenciyken şiir ve edebiyatla ilgilendiğini, şiir yazmasa bile edebiyata olan ilgisinin daha sonraki yıllarda da sürdüğünü belirtmektedir.

Sınıf arkadaşı Asım Gündüz’ün anılarında yazdığına göre de, Harbiye’de “Namık Kemal’in şiirlerini bir defterde toplamış” ve bu şiirlerin birçoğunu ezberlemiştir. Harp Akademisi öğrenciliği yıllarında da “Dünkü vilayetlerimiz olan Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Sırpların milli şairleri, ülkelerinin hürriyeti için, birlik ve beraberlikleri için şiir yazarken nerde bizim şairlerimiz?” diye hayıflanırmış.

Salih Bozok’a Sofya’dan gönderdiği bir mektupta da bir Fransız şairinden şiirler çevirdiğini yazmaktadır. Yani, edebiyata olan ilgisi subaylığı sırasında da sürmüştür.

Agop Dilaçar da bir yazısında, “Fransızcayı çok iyi biliyordu. Fransız romanlarını, şiirlerini Fransızca olarak asıllarından okumuş. Asker arkadaşlarından birinin dul hanımı Madam Corinne’e yazdığı mektuplarda bu romanlardan söz etmiştir. Türk edebiyatını, divan döneminden yeni akımlara dek iyi bilir, hele Tevfik Fikret’i çok severdi” demektedir.

Melda Özverim’in “Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü” adlı kitabında verilen bilgilere göre de, “İstanbul’da bulunduğu sürece Corinne’nin salonunda cumartesi günleri düzenlenen müzik ve şiir toplantılarına düzenli olarak katılmış” ve şiir okumayı yaşamı boyunca sürdürmüştür.

Ruşen Eşref Ünaydın da ‘odasındaki kitaplıkta’ bulunan kitaplara bakıp “Mustafa Kemal Paşa’nın savaşın durgun dakikalarının boşluklarını bile edebiyatla doldurduğu kanısına vardığını” yazmaktadır. Nitekim Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” kitabını okuyanlar da Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşının hazırlıklarının sürdüğü o yoğun günlerde dahi vakit bularak kitaplar okuduğunu, özellikle Reşat Nuri’nin “Çalı Kuşu” romanından çok etkilendiğini ve İsmet Paşa’ya da okuması için verdiğini göreceklerdir.

Atatürk’ün yaşamını kaleme alan farklı yazarların ortak hayranlıklarından biri, O’nun kitaplara olan dostluğudur. Çanakkale savaşının en şiddetli dönemlerinden birinde Mustafa Kemal’le görüşmek için cepheye giden gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün odasını şöyle tarif eder: “Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac’ın Colonel Chabert’i, Manpassant’ın Boule de Suif’i, Lavendan’ın Servir’i duruyordu…” Atatürk Fransız yazarların eserlerinin çoğunu aslından okudu…

Anıtkabir Derneği’nin yaptığı saptamalara göre Atatürk’ün okuduğu bilinen kitap sayısı 3997 ‘dir. Bu kitapların 1741’i Çankaya Köşkü’nde, 2151’i Anıtkabir’de, 102’si İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, üçü Samsun Gazi İl Halk Kütüphanesinde bulunmaktadır. Dernek güzel bir çalışma yaparak, Atatürk’ün okuduğu kitaplarda altını çizdiği, yanına işaret koyduğu paragrafları ve Ata’nın kendi el yazısıyla düştüğü notları özenle birleştirerek “Atatürk’ün okuduğu kitaplar” başlığı altında 500 sayfalık 24 ciltlik bir seri halinde yayımladı.

Sami Özderdim’in özenle hazırladığı “Atatürk Devrimi Kronolojisi”ni okurken her insanın mutlaka başı dönüyor olmalıdır. Şam’dan Bingazi’ye, Çanakkale’den Afyonkarahisar’a savaşlarla, Kurtuluş Savaşıyla yoğrulmuş bir ömür… Saltanatın kaldırılmasından eğitimin birliğine, laiklikten harf devrimine kadar devrimlere adanmış bir yaşam boyunca en çok ne yaptı diye sorarsak, galiba kitap okudu demek gerekir.

Ne dersiniz; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü böylesine büyük bir düşünür, eşsiz devlet adamı ve yüce bilge bir kişi yapan unsurların başında “O’nun okumaya olan düşkünlüğü ve sahip olduğu yüksek idealler gelmektedir” dersek bir gerçeği ifade etmiş olmuyor muyuz? Büyük adam olmanın öyle pek kolay olmadığını insan Atatürk’ü tanıdıkça daha iyi anlıyor.

Okuduğu kitapların sadece altını çizdiği bölümler bile 12 bin sayfa tutuyor. 24 yaşında eğitimini tamamladığında tüm ders kitaplarını toplayıp iki ciltlik kitap haline getirdiğini ve sonraki yıllarda yeri geldikçe onlardan yararlandığını görüyoruz. Okul bitti, ders bitti diyen öğrencilerden biri olmadı!…

Atatürk gibi bir dahi yetiştirmiş ulusumuzun bugün içine düşürüldüğü durum yürekler acısıdır. Ne yazık ki eldeki istatistikler halkın okumadığını gösterdiği gibi aydın geçinenlerin de yeterince okumadığını ortaya koymaktadır. Bilgisizlikleri konuşmalarından ve yazdıklarından olayları analiz edilişlerinden ortaya çıkmaktadır. Okumayan halk televole kültürü ile yetişmekte, böylece bilimden ve çağdaş gelişmelerden kopmaktadır. Belki istenilen de budur! Gerçeklerden koparılmış, yoksul bırakılmış bir halkı güdülemek ve dini telkinlerle istendiği gibi yönlendirmek daha kolay olmaktadır. Son yıllarda neden büyük adam çıkaramıyoruz diye soranlara “Okumayan bir toplumdan daha ne bekliyorsunuz” diye sormak gerekir.

İşin daha da acı yönü, böylesine okuma özürlü bir toplumda yetişen günümüz kuşağı gelecek için daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü onlar geleceğimizi teslim edeceğimiz emanetçilerimizdir. Onlara okuma alışkanlığı kazandırmak ve Atatürk’ü doğru bir biçimde öğretmek zorundayız. Aslında, hepimizin hâlâ Atatürk’ten öğreneceği o kadar çok şey var ki!…

Atatürk’ün büyük eseri Söylev’i okuyan herkes onun ne büyük usta bir yazar ve bilge bir edebiyatçı, eşsiz bir düşün adamı olduğunu takdir etmekten kendisini alamamaktadır. Atatürk’ün yolu, kitap dolu…

Ne mutlu kitap okuyorum diyene! O’nun yolunda yürüyene…

Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR

26 Kasım 2008 Çarşamba

Atatürk ün eğitim anlayışı

Atatürk, eleştirdiği eğitim sisteminin yerine yeni bir eğitim anlayışı getirmiştir. Bu yeni sistemi de çeşitli noktalarda temellendirmiş tir.

a) Eğitim Millî Olmalıdır: Bu konuda şöyle der: “... Bir millî terbiye programından söz ederken, yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, millî özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültür kastediyorum”. Çocuklarımız, gençlerimiz kendi millî değerlerimizle yetiştirilmelidir. Taklit olmamalıdır. Bu açıdan eğitim dili, yöntemi ve eğitim araçları tamamen millîleştirilmelidir.

b) Eğitim, Bilime Dayalı Olmalıdır: “Milletimizin siyasal, toplumsal yaşamında, fikrî terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır” der.

Atatürk’ün bilimsellik ilkesi, eğitim ve öğretimde amaç, içerik ve araçların bilimin en son düzeyindeki verilere göre düzenlenmesini amaçlar. Özetle bilim ve teknik, kurulacak yeni eğitimin belirleyicisi olmalıdır.

c) Eğitimde Birlik Sağlanması (Öğretimi Birleştirme): Eğitim ve öğretimde, zümresel ya da kültürel cinsten farklılıkların ortadan kaldırılarak birlik sağlanmasını ifade eder. Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) yasası ile uygulamaya konmuştur. Böylece bu kanun ile Türkiye’deki tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.

d) Bilgisizliğin Giderilmesi ve Halk Eğitimi: Bu konuda “Bundan dolayı, bizim izleyeceğimiz millî eğitim politikasının temeli, önce, içinde bulunduğumuz bilgisizliği gidermektir” der. O halde eğitim, toplumu cehaletten kurtarmalı, onun bilgi ve ahlâk düzeyini yükseltmelidir. Halkın bilinçli olarak toplumun sorunlarına sahip çıkabilmesi için onun eğitilmesi gerekir.

Böylece “Halk eğitimi”nin yaygınlaştırılması nda çaba sarfetmiştir. Bu konuda şöyle devam eder; “... Bütün köylüye okumayı, yazmayı ve dört işlemi öğretmek, vatanını milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya, tarih, din ve ahlâk bilgisi vermek millî eğitim programımızın ilk hedefidir”.

Halk evlerinin açılması, okuma yazma kursları, halk eğitimi uygulamalarını n bir örneğini oluşturmaktadı r.

e) İse Dayalı Uygulamalı Eğitim: Bu ilkeye göre iş, eğitim ve öğretimde temel bir araç olmalıdır. İş içinde ve iş aracılığıyla eğitim, bilgi, işe dayalı olarak verilmelidir. Yani eğitim, işe yarar, üretici olmalıdır.

Böylece öğretim yöntemi uygulamaya yer veren bir özellik taşımalıdır. Okullarda uygulamalı öğretim yönteminin kullanılmasını istemiştir. Bu yoldan meslekî ve teknik öğretime önem verilmiştir. İlk öğretimden en yüksek öğretime kadar teknik eğitimin gerçekleşmesini istemiştir.

Bu ilke Atatürk’ün “İşlevsel Eğitim” kavramına verdiği önemi göstermektedir. Özellikle:

• Okul ile yaşam arasında bir bağ kurulması;

• Tarımsal çevrelerde çiftlik okulların kurulması,

• Ders konularının çevreden alınması,

• Üretici eğitime yönelinmesi gibi uygulamalar onun eğitimde işlevsellik akımına bağlılığını göstermektedir. Bu ilkenin benimsenmesi, eğitimde aşağıdaki yeniliklerin uygulanmasını gerektirmiştir:

• Okul yaşamının çevrenin ekonomik koşullarına göre düzenlenmesi,

• Her bölgede o bölge ekonomisinin özelliğine göre sanat okulları açılması,

• Genel ve teknik öğretimin birbirinden ayrılamayacağı.

O halde pratiklik, işlevsellik, çevresel koşullara uygunluk, iş ilkesi ve yapmaya dayalı olma gibi özellikler, bu eğitim anlayışının eğitim yöntemini ifade etmektedir.

f) Disiplin ve Fazilet: Eğitim, çocuğa fazilet, düzen ve disiplin gibi özellikler kazandırmalıdır. 1922 yılındaki Maarif Kongresini açarken bu konu da şunları söylemiştir: “Yeni neslin donatılacağı manevî nitelikler arasında kuvvetli bir fazilet aşkı ve kuvvetli bir düzen ve disiplin fikri de yer almalıdır”. Kuşkusuz, eğitimde düzen ve disiplin, başarının temelidir. Atatürk, eski dönemlerin dayağa dayanan düzen, disiplin anlayışının yerine, sevgiye dayanan bir düzen ve disiplin anlayışını savunmuştur.

g) Karma Eğitim: Karma eğitim, eğitim ve öğretimde cinsiyet ayırımının ortadan kaldırılması, her iki cinsin de eğitim hak ve imkânlarından, birlikte ve eşit olarak yararlanmaları anlamını taşır. O, eğitimde kadın-erkek ayrımını istememiş, ilke olarak kadın-erkek eşitliğinden yana olmuştur. Ona göre kadınlar toplum ve iş yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı olmalıdır.

Tanzimatla birlikte orta dereceli okullara kızların devamına izin verilince, kız öğrenciler erkeklerden ayrı okullarda okutuluyorlardı .

Karma eğitime geçiş, hem çağdaşlığın ifadesi, hem de kadın haklarını geliştirmeye yardımcı bir uygulama idi. Ayrıca malî güçlüklerle de karma eğitim gerekli idi. Bu ilke de örgün eğitim sistemiyle okullarımızda uygulanmıştır.

h) Cumhuriyetin Koruyucularını n Yetiştirilmesi: Kurulan yeni devletin, varlığını sürdürebilmesi için kendine bağlı bir zihniyetle yetiştirilecek yeni kuşaklara ihtiyaç vardı. İşte eğitimden beklenen, bu nitelikler sahip kuşakları yetiştirmek idi. Bu konuda Atatürk, “Cumhuriyet, düşünce, bilgi, beden yönünden güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister” der.

ı) Fırsat Eşitliği Sağlanması: Toplumun her kesiminin eğitim hizmetlerinden yararlanması gerekli idi. Eğitim imkânlarından yararlanma, sadece bir grubun ya da sınıfın hakkı olmamalı, bütün vatandaşların (kadın, erkek, çifçi, hamal vs.) eğitimden pay almaları gereği vurgulanmaktaydı . Bunun için herkes okur yazar olmalı ve ilköğretimin yaygınlaştırılarak zorunlu duruma getirilmesi gerekli idi. Cinsiyet ayırımı gözetilmeden herkes okula alınmalı ve orada bir sanat öğrenmeli idi. Okullar en küçük yerleşme birimlerine kadar yaygınlaştırılmalı idi. Yatılı ilkokullar da gereken yerlerde açılmalı idi.

i)Değişikliği (Harf Devrimi): Arap harflerinin terkedilerek, yerine Lâtin alfabesinin alınması, eğitimi yakından ilgilendiren değişikliklerden birisidir.

j)Öğretmen Öğesi: Öğretmen, eğitim amaçlarının gerçekleştirilmesinde temel kaynaklardan birisidir. Toplumun geleceği ve yazgısı üstünde öğretmen güçlü bir etkendir.

Yeni kuşakları öğretmenlere emanet ettiğini, onlara güvendiğini her fırsatta belirtmiştir. Onların; güçlü, anlayışlı ve özverili olmalarını istemiştir.

ATATÜRK'Ü SEVMEYENLER

Atatürk düsmanlari ya da Atatürk'ü sevmeyenler genellikle su gruplardan olusur :
Atatürk'ün halifeligi kaldirip Laik Cumhuriyeti getirmesiyle dini yok ettigine inanan yobazlar,softalar, gericiler.
Sözde aydin Anti Kemalist ikinci Cumhuriyetciler,
Onun tüm dünyada vazgeçilmezigini kabul edemeyenler,
Atatürk ve Türkiye'ye hakaret ederek rant,çikar ya da ödül saglayan idrak özürlüsü aydin romanci yazar çizer takimi.
Türkiye'nin parçalanmasini planlayan (AB) 'nin sevr hortlaklari.
Atatürk'ün yarattigi milli suur ve Türklük bilincinin sinsi amaçlarina tek engel oldugunu bilen Brütüsler.
Bunlarin hepsi akil ve vicdanlari sinsi niyet ve çikarlarinin tutsagi olmus toplum virüsleridir. Dinsel düsüncenin siyasal etkinliginin yansimalarini, amacinin disinda gösterilmesini ilk kez 50 yil sonra 1970 yilinda Erbakan döneminde görmeye basladik.
Laiklik ve Atatürk karsiti çirkinlikleri bu dönemde görmeye basladi Türkiye. Misir'da El Ehram gazetesine verilen demeçlerde,Türkiye' de Atatürk din düsmani gibi gösterilmis, dünyadaki Ýslami duygularin yayilmasinda bir engeldir denilmistir.
'Bütün din adamlarini kestigi, dini adeta yok ettigi, camileri ahir yaptigini' anlatarak kendi vicdanlarini karartiyorlardi. Bütün bu açiklamalari çekinmeden söyeleme cesareti gösteren Erbakan, yüce divanda yargilanirken en büyük laik ve Atatürkcü benim diyecek kadar kisilik zaafiyeti gösteriyordu.
Iran ve Arap islam ülkeleri de bizim mürteciler gibi laikligin dinsizlik oldugu, çagdas devrim ve yasalarla kadinlara saglanan haklarin Ýslam'la çelistigine inaniyorlar. Türkiye'ye geldiklerinde tipki bizdeki dinci liderler gibi Anitkabir'i bile ziyaret etmek istemiyorlar. Atatürk'ü sevmeyenler grubunda yer alan Türkiye'nin sicili bozuk aydinlarin ise geçtigimiz 50 yildir ülkeye yapmadiklari kötülük kalmiyor.
Bunlar bir zamanlar (Ecevit dahil) Atatürk'ü gardrop devrimcisi olarak niteliyor, hakiki devrimcinin Lenin olduguna inaniyorlardi.
O zamanlarin Stalinci Maocu ya da Enver hocaci eski azili komünist diktatörlerin amigolari simdi Atatürk'ü diktatör olarak suçlayan (Anti Kemalist) demokrasi havarisi kesildiler. Atatürk'e inanilmaz resimler vererek onu toplumun gözünde küçültmeye çalistilar ama unuttuklari çok sey vardi aslinda.
Bu millet, bu halk bu toplum, onu yüregine yerlestirmisti bir kere. Atatürk kendi çaginda Avrupa'da yasayan tek demokrat liderdi,(Ingiltere Hariç)
Avrupa'da demokrasinin sesi yokken o gerçeklestirdigi demokratik haklar ve kurumlarla Avrupa'ya örnek oluyordu. O dönemlerde Fransa'da Degol, Ispanya'da Franko, Yugoslavya'da Tito, Italya'da Musolini, Almanya'da Hitler, Rusya'da Stalin diger Avrupa ülkelerinde ise monarsik kralliklar hüküm sürüyordu. Iste o zamanlarin komünizm misyonerligini yapan aydinlar simdi dinci mürtecilerle birlikte Atatürk karsitliginda birlesiyorlar.
Elbirligiyle onun ilkeleri devrimleri ve çagdas kazanimlarini bir bir yok ediyorlar. Istanbul belediye baskani oldugu sirada bir gazeteci, Erdogana 'her odaya Atatürk resmi koyacak misiniz?' dedigi zaman. 'Fazla resme gerek yok mevcut olanlar yeter diyen Erdogan simdi Basbakan ve The Guardian gazetesine 'Artik Cumhuriyet dönemi bitti.' diyen Gül ise Cumhurbaskani yani baskomutan.
oysa Cumhuriyet dönemi asla bitmedi bitmeyecek bu dönemi karatmaya çalisanlarsa bu emellerine asla sahip oilamayacaklar. Türkiye Cumhuriyetinin tek bir baskomutani var o da ATATÜRK, onun disinda bir baskasina baskomutanim diye sarilmaktansa istemeyen çekip gitsin açiklamasi yapanlara verilecek en duyarli yanittir.
Simdi Emperyal güclerin,ABD' nin ve AB sözcülerinin Atatürk düsmanligini anliyorum. Atatürk ve Kemalizmi kendi emelleri için en ciddi engel olarak görüyorlar. Bu amaçla bazi yazarlari, yorumculari, sivil toplum örgütlerini, bilimsel gözüksün diyede akademik ünvanli kisileri de kullaniyorlar. Yöntemler etik olmasa da bir tür ahlaksiz teklif gibi gözükse de bütün yollara basvuruyorlar.
Gözlemlere arastirmalara dayanarak yilardir yaziyorum. Yabancilar kisisel zaaflari olanlari kullanirlar, onlarda para, san, söhret meraklisi olanlardir. Bunlari bir sekilde ödüllendirirler. Ayrica bürokraside kisilik ve bigi yoksunu kisilerde bu emperyal güçlere teslim olurlar, sonunda da hala tartisilan 'Mustafa filmi' ortaya çikar.
Dinciler 'Türklük bilincinin ümmetciligi gölgeledigine' aydin diye adlandirilan fikir fukaralari ise ' Atatürk milliyetciliginin
bile ayrimcilik olduguna' inaniyorlar. Toplum(yurttaslik, görgü, bilgi, Türklük ve milli duygulardan yoksun insan yiginlari)
haline getiriliyor. Bu sekilde devletin üniter yapisi, toplumun kimyasi bozuluyor simgeler yozlasiyor.
Atatürk akla bilime dayali çagdas bir egitimle, kültür ve görgü düzeyli çagdas bir toplum yaratiyor. Onun döneminde Anadolu kadini:' berraklik hicap ve özveriyi' ,Istanbul kadini ise 'hanimefendiligi, zarafeti' simgeliyordu. Atatürk'ün laik Türkiye'si uygarligi, uluslararasi düzeyde sanat,bilim, kültür ve devlet adamlarini simgeliyordu.
Atatürk düsmanlarinin Türkiye'si ise 'Sanat diye sunulan banal sahne soytariliklarini, imamlastirilmis devleti, mollalasmis toplumu, bebek yasta cocuklara tacizde bulunan meczuplari, yargiç, papaz katliamlarini, esi görülmemis yolsuzluklari, yagmaciliklari, din tüccarligini, siyasal tacirligi, ilkelligi simgeliyor.
Onun resimlerini alip tozlu mahsenlerde birakan zihniyet, inatlasmanin getirdigi siyasal anlayisin getirisinde, okullardan büstlerini indirelim, bulvar ve caddelerdeki isimlerini degistirelim, diye ortaya koyduklari anlayisi acaba gerçeklestirdikleri zaman, hala onun adini kendi ülkesinde caddelere veren özde demokrasinin yasandigi ülkelerdeki bakis Türkiye'deki mevcut siyasi sisteme yaklasimi nasi olacak acaba?
Bunu düsünmek bile istemiyorum. Wiad Street Journal gazetesi ' Türkiye Atatürk'ün kurdugu çagdas laik sistemden, anlasilmayan bir modele dogru sürükleniyor', diye çok önemli bir yazi yazmisti. Bu da bana göre ilerde kaçinilmaz sonu hazlrlamakta. Adi da MITOZASYON Toplumun mutsuz huzursuz ve sikintilarla iç içe oldugu zor yillarin baslamasi demekti.
Financal Times 'Türkiye'de hükümetle laik kesim arasinda her geçen gün artan çatisma, Atatürk degerlerine zarar veriyor' demisti. Bu çatisma AB'nin Türkiye'ye uzak tavriyla dahada büyüyecegini yazmisti.
Ilimli islamcilar içinde olmak istedikleri modele dogru ülkeyi sürüklemek inadindan vazgeçmedikleri sürece,AB'nin (Türkiye'de)kimlik sorgulamasiyla ugrasmayi birakip Medeniyetler çatismasi sloganciligini bir kenara atmasi mümkün olmayacak sanirim.
Türkiye simdi 20'nci yüzyilin büyük bölümünü laikligin siyasal islamla, yani dinle bilimin çatismasi kavgasiyla geçirdi. Bu çekisme ülkeye zarar veriyor ve bundan da Türkiye'nin uluslararasi alandaki sayginligi zarar görüyor. Ama bu kimin umurunda? Onlar sadece laik sistemin varligindan duyduklari rahatsizligin nasil disinda kalabiliriz bunu düsünüyorlar.
Erdogan 21 Agustos 2001 tarihinde su sözleri söylüyor,! Laiklik tabi elden gidecek' Tutturmuslar Laiklik elden gidiyor,diye! Yahu bu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek! Sonra nedir bu laiklik Allah askina? Bu ne menem sey? Hem laik hem müslüman olunmaz,egemenlik Allah'indir. Hem müslümanim hemde laikim diyen yanima gelmesin, laiklik gidecek ümmetcilik gelecek'
Iste bu tüyler ürpeten açiklamayi yapan simdi Atatürk ülkesinde Basbakan ve bir zamanlar AB'ye girmeyecegiz, AB bir Hýristiyanlar kulübüdür, diyor ve simdi umudu kurtulusu AB'ye girmekte görüyor.
Oysa bugün hala inandiriciligini görmedigim siyasi iktidarin Atatürk degerlerine zaman zaman siginmanin,iç inde olmasinida akil erdiremiyorum dogrusu.
Onu yok etmenin silmenin tüm degerlerinin unutturulmaya çalisildigi bir sistem anlayisinin içinde olmanin,yaninda zorda kaldiklari zaman Atatürk diyenlere baktigimda,onun huzuruna çikarken içlerindeki kin ve nefreti görür gibiyim,iste asil aci tablo burada ve asil tehlike burada aslinda.
Mustafa Kemal gibi dahiler yüz yilda bir gelir.O dahi birdaha gelmeyecek, bunu biliyorum ama onu ikici kez öldürmeye çalisanlar, öldürdükleri kisinin önünde saygi durusunda bulunurken yüzlerini asmasinlar nasil olsa gelmeyecek bir daha devrimlerine, düsüncelerine, inançlarina, tarihi kisiligine, fikirlerine, Türkiye sevdasina kurdugu bu büyük ülkenin var olacagina, en güzeli de 'NE MUTLU TÜRK'ÜM' diyebilmenin yüceligine erisebilmenin cesaretini gösterebilseler.
Onu sevmeyenler bu cesareti gösterebilirler mi acaba? Bunu yapabilmek zor olmasa gerek, iste Atatürk o zaman gözlerini iki kere kirpacaktir, zira o hala Türkiye'yi düsünüyor.
Prof.Dr.Levent SEÇER