22 Nisan 2010 Perşembe

Ata'nın sofrasında kurallar

Vatan kurtulduktan, ülke bir düzene kavuştuktan sonra Atatürk rakı içmeye başlar. Ancak hiçbir zaman bağımlı olduğu söylenemez. Bu durumuna ispat olarak Nutuk’un yazıldığı süre boyunca içki içmemesi de gösterilebilir. Sarhoşluktan hoşlanmayan, sarhoş olanları kibarca uyararak sofradan uzaklaştıran, hatta bir keresinde sofrayı kendisi terk eden Atatürk’ün sofrasında rakının saati ve usulü bellidir.

Atatürk döneminde Özel Kalem Müdürü ve daha sonra Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri olan Hasan Rıza Soyak’ın aktardığına göre Atatürk gündüz içilmesine ve vazife başındayken içilmesine, siyasi ve önemli konular hakkında konuşulacağı, kararlar alınacağı durumlarda içilmesine kesinlikle karşıdır. Sofrada uzun süre oturur, ancak fazla içmez. (Bkz. Atatürkten Anılar, YKY) Sofrada her şey konuşulur ancak dedikodu yapılmaz. Sofra’da çatal-bıçak, tabaklar, örtüler düzenli olmalıdır.
(Atatürk’ün Hususiyetleri, Cumhuriyet Gazetesi Yayını)

21 Nisan 2010 Çarşamba

Kemal, hayat kuru bir kestanedir

Samet Ağaoğlu’nun “Babamın Arkadaşları” isimli kitabında Atatürk’ün, Selanik’te subayken başından geçen bir olay anlatılır.

“İkisinin de parasız oldukları bir gün içkili bir lokantaya gidiyorlar. Yalnız birer rakı ısmarlayabiliyorlar. Meze için paraları yok. Etraftaki masalarda bol bol yeniliyor, içiliyor. Bu sırada içeri bir kuru kestaneci giriyor. Atatürk arkadaşına paran varsa kestane alarak meze yapalım diyor. O ceplerini karıştırıyor, on para buluyor. Aldıkları kestanelerden birisini Atatürk ısırmak istiyor. Fakat kuru meyve o kadar sert ki muvaffak olamıyor ve arkadaşına hayat nedir diye soruyor. Ötekisi yüzünde hazin bir tebessümle, ‘Kemal, hayat şimdi kuru bir kestanedir’ cevabını veriyor.”

Atatürk’e bu cevabı veren arkadaşı, İttihat ve Terakki döneminin “Milli Hatip”i Ömer Naci’dir. Ömer Naci, İttihat ve Terakki içinde de halk arasında da heyecanı ve gözünü budaktan sakınmayan samimi yurtseverliği ile sevilen bir şahıstı. Atatürk ile olan dostluğu daha Manastır’daki öğrencilik yıllarından başlar. Atatürk'e edebiyatı sevdiren kişi de odur. 1916 yılında İran Azerbaycan’ın da kurduğu milis kuvvetleriyle Rus ve İngiliz birliklerine karşı savaşan Ömer Naci, Kerkük’te tifüsten öldü.

20 Nisan 2010 Salı

Paşadan gizli rakı yerine su içince...

Çankaya Köşkü'nde hemen her akşam kurulan sofra devletin idare salonu gibiydi. Şükrü Saraçoğlu ile Gazi'nin arasında epey mesafe vardı. Bu mesafe ilginç bir durumu da gizliyordu. Şükrü'nün gençliğinden beri içkiyle arası yoktu. Ama Gazi'nin sofrasında itiraz etmenin imkânı yoktu. Mustafa Kemal, muhakkak içki teklif ediyordu. Şükrü bu duruma pratik bir çözüm bulmuştu. Garsonlara rakı yerine her iki bardağına da su koymasını istemişti. Böylece sek rakı niyetine suyu yudumluyordu. Gazi durumun farkında değildi. Şükrü de bu durumdan rahatlayarak, suyu rakı niyetine bardak bardak devirmeye başladı. Ne zaman sonra Gazi'nin seslenmesiyle sofradaki herkes başını Şükrü'ye çevirdi.

- Saraç saat kaça geldi? Şükrü bu soruya şaşırmıştı. Saatine bakıp cevap verdi.
- On biri çeyrek geçiyor paşam.
- Peki beni atlatma saati geldi mi dersin?

Şükrü başına geleni anlamıştı. Gazi bu küçük hilenin farkına varmış kendine özgü üslubuyla Şükrü'ye laf atıyordu. Şükrü hemen bulunduğu yerden kalkarak Gazi'nin yanına geldi. Garsonların getirdiği bir sandalyeyle yanına oturdu. Muzip bir çocuk gibi yüzünde hafif bir gülümsemeyle;

- Afederseniz paşam, dedi.
Gazi kolundaki saati çıkarmaya başladı. Oldukça pahalı olan Vaşara Konstantin marka saatini kolundan çıkarıp Şükrü'ye doğru uzattı.
- Al tak bakalım. Bundan böyle beni atlatma saatini kaçırmazsın!...
Şükrü iyice şaşkındı. Saati heyecanla koluna taktı. Mustafa Kemal Paşa bir yandan gözünün ucuyla ona bakarken bir yandan da kahkahalarla gülmemek için kendini zor tutuyordu.
- Evet şimdi sen de vaziyeti telafi et bakalım. Garsona işaret etti.
- Saraç'a bir rakı doldur çocuk.
(Gürkan Hacir, "Efe Başvekil, Şükrü Saraçoğlu'nun Romanı")

19 Nisan 2010 Pazartesi

Atatürk ve Neyzen Tevfik

Atatürk Neyzen'in ününü duymuş olacak ki, çağırtmış köşküne sohbet etmişler, uzun uzun aşkla üflemiş Neyzen.. Ardından sormuş Atatürk..

- Senin çok fazla içki içtiğini söylüyorlar, benim kadar içer misin ?
Neyzen düşünüyor, içkinin hududu olmaz.
- Ne kadar içersiniz ?
- İki tane kiloluk rakı içerim.
Ata kelimelere basa basa şu sözleri söylemiştir, Neyzen'in gözünü korkutmak istemiştir.
- Nasıl içersiniz ?
- Canım ne isterse; susuz, mezesiz.
Neyzen:
- Ben de iki kiloluk içerim ama, öyle içmem.

Neyzen'in arzusu ile ortaya kocaman bir emaye kase geliyor, iki kiloluk rakıyı neyzen kaseye boşaltıyor. Başını sokup lıkır lıkır içecek zannediyorlar. Fakat Neyzen'in isteği daha bitmemiştir, bir somun ekmek ve irice bir kaşık geliyor. Neyzen ekmeği lokma lokma koparıp kasedeki rakının içine bastırıyo. Lokmalar rakıyı iyice çektikten sonra çalakaşık yanaşıyor.
Yine anlatılanlara göre, Ata:
- Pes, pes, diye bağırarak ayağa fırlamış ve elleriyle yüzünü kapamış, ayrılırken de saygılarını sunmuştur. Yine rivayete göre Ata öldükten sonra Neyzen, evinden haftalarca çıkmamış.